İlçemizin içinde, en çok da Gölbaşımızın dışına çıkıldığında tam anlamıyla bir renk cümbüşüyle karşılaşıyorsunuz.
En usta ressamlara, en büyük şairlere kafa tutacak kadar bir doğa harikasının içinde buluyorsunuz kendinizi.
Sarısı, yeşili, moru, kızılımsı olanların tamamı toplanıp, kora halinde dans edip türkü söylüyorlar…
Her çalının koyu sarı yapraklarını sermişler önüne, oldukça davetkar bir ortama seslenir gibiler: Sevgilini al da gel benim koynuma…
Biraz ilerisinde çam ağaçlarının yeşil dallarının ucu toprak anaya değerek konuşuyor o da: Benim dallarımın altı tam anlamıyla bir aşk yuvası, bu fırsatı kaçırma derim sana?!...
Üç metre ileride ki boy atmış meşe ağacının dallarına konan renkli kuşlar meşenin dili oluyorlar: Biz gelenleri gözetiriz, böyle buyurun, çamın dikenli yaprakları rahat vermez size!...
Göksu çayının sesi oldukça kışkırtıcı, benim rengimi, sesimi kıskanır onlar, benim suyum.
Tüm canlıların ilacıyım ben.
Ayrım yapmadan büyütür beslerim tüm canlıları.
Sosyalisti de, kapitalisti de, ülkücüsü de solcusu da adları ne olursa olsun. Onların tamamıyla dostum ben.
Bu ülkenin toprakları beni doğurdu; ‘’Sen de içir onlara suyundan’’ dedi. Bu ülke yedi verendir.
Boş yere saldırmadı yedi düvel; bu toprakların bağrına. Hançerlerini iliklerimize kadar saplamadılar mı?..
Gözleri, benim rengimden daha mavi olan, Sarı Paşa geldiklerine pişman etmedi mi onları.
Bu yurdu; üzerinde yaşayan tüm canlıların hizmetine bırakıp gitmedin mi?
Barışık, yaşamanın aşkıyla kalın dostlar?!...